Yerebatan Sarnıcı Tarihi Hikayesi, Oldukça eski bir yerleşim yeri olan İstanbul’da hüküm sürmüş olan medeniyetler, içme suyu ihtiyaçlarını karşılamak için şehre dışarıdan su takviyesi yapıyorlardı. Ve özellikle de Bizans Döneminde bu suların depolanması için İstanbul’un bazı kısımlarına çeşitli sarnıçlar yapıldı. Elbette ki bu sarnıçlar arasında en gözde ve bilindik olanı ise Yerebatan Sarnıcı olarak bilinen bu yapıttır.
Yerebatan Sarnıcı Hikayesi
Günümüzde bile önemini hiçbir şekilde yitirmemiş olan Yerebatan Sarnıcı, en son ki restorasyon işlemlerinin ardından tamamen yenilenerek halk ziyaretine açılmıştır. İstanbul Büyükşehir Belediyesi restorasyonundan önce sarnıç içerisinde su ve balık bulunmaktaydı. Günümüzde bir müzeye dönüştürülen bu sarnıcın su ve balıkları temizlenmiş, orijinal atmosferin de hiçbir şekilde bozulmaması için gayet hafif bir aydınlatılma tercih edilmiştir.
Yerebatan Sarnıcı mimari özelliklerine göz attığımızda, giriş kısmında 52 basamaklı taş bir merdiven bulunduğunu görüyoruz. Bu merdivenden aşağı indiğimizde ise toplam uzunluğu tam 140 metre ve genişliği ise 70 metre olan sarnıcın içerisine girmiş bulunuyoruz. Tavanı destekleyen sütunlarının muhteşem dizayn ve mimarisi, buraya gelen ziyaretçileri en çok etkileyen kısımlar olarak ön plana çıkıyor. Ve Yerebatan Sarnıcı su depolama kapasitesi ise tam 100 bin ton civarındadır. Bu, özellikle de o dönemler dahilinde düşünüldüğünde gerçekten de çok büyük bir orandır.
Az önce belirttiğimiz ve ziyaretçilerin büyük ilgiyle incelediği bu sütunlardan sarnıç içerisinde 336 tane bulunmaktadır. Her bir sütunun yüksekliği 9 metre, dizilimleri ise tamamen simetrik bir doğrultuda gerçekleşmiştir. Toplam 12 sütun sırası ve vardır ve bu sıraların her birinde 28 adet sütun bulunur. Ve bu sütunların büyük çoğunluğu silindir biçimdeyken, birkaç tanesinin ise köşeli veya yivli bir biçimde olduğunu görüyoruz. Ayrıca sarnıç içerisinde temsili bir taht vardır ve belirli bir ücret karşılığında padişah kostümü de giyerek bu taht üzerinde fotoğraf çekilebilirsiniz.
Yerebatan Sarnıcı Tarihi
Yerebatan Sarnıcı tarihine bakacak olursak, öncelikle buranın gerçekten de çok eski bir yapıt olduğunu söyleyebiliriz. Yerebatan Sarnıcı, Büyük Saray’ın su ihtiyacını karşılamak amacıyla dönemin Bizans İmparatoru I. Justinianus tarafından 532 yılında inşa ettirilmiştir. O dönemlerde, Belgrad Ormanı’ndaki Eğrikapı’dan çıkarılan içme suları, kemerler vasıtasıyla bu sarnıca getirilerek depolanıyordu.
İnşa edildiği tarihten sonra da yine çok uzun yıllar boyunca, hatta Bizans’ın İstanbul hakimiyeti sonuna kadar sarayın su ihtiyacının giderilmesi için kullanılan Yerebatan Sarnıcı, yine şehrin Osmanlı’ya geçişinden sonra da kullanılmaya devam etmiştir. Ancak sarnıcın kullanımı bu defa sarayın içme suyu ihtiyacını karşılamak için değil, bahçesindeki bitki ve çiçeklerin su ihtiyacını karşılamak içindi. Daha sonrasında ise bölgede kendi su tesisini kuran Osmanlı Devleti, bu sarnıcı daha fazla kullanmamış ve deyim yerindeyse kapısına kilit vurmuştur.
Hollandalı gezgin P. Gyllius isimli bir kişi, Bizans kalıntılarını araştırmak için İstanbul’a gelmiş ve burada yazdığı bir seyahatnamesinde Yerebatan Sarnıcı’ndan bahsetmiştir. P. Gyllius’un burayı keşfetmesi, Ayasofya civarında gezinirken oralarda yaşayan insanların yer altında bir yerden evlerine kovalarla su taşımalarını görmesi üzerine olmuştur.
Eline bir meşale alarak Osmanlı vatandaşlarının su aldığı yere inen P. Gyllius, orada bulunan sütunları keşfetmiş ve bunların Bizans kalıntısı olduğunu keşfetmiştir. Daha sonrasında tüm bunları kitabında yazması üzerine Yerebatan Sarnıcı, 1550’li yıllarda batılılar tarafından tanınmış ve popüler bir yer haline gelmiştir.
Batılılar tarafından da büyük ün kazanmasıyla birlikte Osmanlı Devleti de artık bu sarnıcı önemsemeye başlamıştır. Ve Osmanlı adına bu sarnıcı ilk defa onarıp restore eden kişi, III. Ahmet olarak bilinir. 1723 yılında, yani az önce belirttiğimiz III. Ahmet döneminde gerçekleştirilen bu restorasyonun ardından, ikinci restorasyonu ise 1876 ile 1909 yılları arasında Sultan II. Abdulhamit yaptırmıştır.
Sarnıcın bir diğer restorasyon işlemi de 1987 yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılmış ve içerisi tamamen temizlenip bir de ahşap gezi platformu yerleştirilerek, müzeye dönüştürülmüştür. Yine o yıllardan bu yana müze olarak ziyaret edilebilir olan Yerebatan Sarnıcı, yakın dönemde de İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilmiş ve çok daha kapsamlı bir müze halini almıştır.
Yerebatan Sarnıcında Neler Var?
Yerebatan Sarnıcının içerisi zaten başlı başına bir müze ve tarihi eser niteliği taşımaktadır. Sarnıcın tüm kısımları arasında en çok dikkat çekenleri ise hiç şüphesiz Medusa Başları ve Gözyaşı Sütunu’dur. Roma İmparatorluğu’nun heykel sanatlarına iyi bir örnek olarak gösterilebilecek Medusa Başları, sarnıcın en uç kısmındaki iki sütunun altına, ayaklık olarak konumlandırılmıştır.
Sarnıç içerisini ziyaret eden kişilerin de büyük ilgisini çeken bu başlar, aynı zamanda yine bazı kişilerin başında dilekler tutup yanı başına bozuk paralar atıldığı da bir yerdir. Medusa Başları olarak bilinen bu yapıtların buraya nereden getirildiği konusunda net bir bilgi mevcut değildir. Ancak 4’üncü yüzyıl itibariyle çok tanrılı dinden vazgeçip Hristiyanlık dini kabul eden Romalıların, şehirdeki penan sembollerini kaldırdığı ve bazılarını da Yerebatan Sarnıcı içerisine yerleştirdiği düşünülüyor.
Yerebatan Sarnıcı’nın bir diğer ilgi çekici yapıtı ise Gözyaşı Sütunu’dur. Çeşitli oyma ve kabartmaların yapıldığı bu sütun, üzerinin de nemli bir yapıda olmasıyla birlikte Ağlayan Sütun adını almıştır. Bu sarnıcın yapımında yüzlerce çalışan ölmüş, Gözyaşı Sütunları ise ölen o çalışanların anısına tasarlanmıştır.